Nüfusun büyük bir hızla artmasına rağmen her gün gittikçe küçülen bir dünyada yaşıyoruz. Bu küçülmeye sosyal medyanın katkısı tartışılmaz. Sosyal medya sayesinde hem sık sık göremediğimiz ya da yıllardır görmediğimiz arkadaşlarımızla iletişimimizi masrafsız ve çok hızlı bir şekilde sürdürebiliyoruz hem de yirmi yıl öncesine kadar düşünemeyeceğimiz şekilde dünyanın her yerinden normal şartlarda hiç tanışma şansımız bile olmayacak insanlarla tanışma şansı buluyoruz. Buna ek olarak eskiye kıyasla insanlar çok daha fazla yolculuk yapıyor ve doğal olarak birçok yeni insanla tanışıyorlar.

İşte bu konu Birinci Dünya Savaşı\’nı takip eden, şehir planlamacılığı, yeni trafik sistemleri, mahalleler ve insanların birbirleri ile ilişkilerinin düşünüldüğü ve tartışıldığı 1920’li yılların sonunda Macar yazar Frigyes Karinthy’nin Zincir ya da Zincir Bağlantılar (Chain ya da Chain-links) başlıklı bir kısa hikâyesinde ele alınmış. Karinthy yarattığı kurgu karakterler bir konuşma sırasında “dünyada yaşayan 1 buçuk milyar (1920’lerin nüfusu bu kadar olmalı) insandan herhangi birinin bize yalnızca beş ayrı kişi kadar uzak olduğunu” belirtiyor. Hatta “Ayrılığın / Yakınlığın Altı Derecesi” adı verilen bu iddia üzerine bir de oyun ortaya çıkıyor. Bu konu daha sonraki yıllarda bilim alanını çok meşgul etmiş, çok geniş çaplı araştırmalara konu olmuş.
Kevin Bacon
Pennsylvania’daki Albright College’dan üç öğrenci 1994 yılında kendi aralarında oynarken yukarıda bahsettiğimiz kavram üzerine kurulu bir oyun yaratıyorlar: Kevin Bacon’ın Altı Derecesi. Oyunun amacı Amerikalı film oyuncusu Kevin Bacon’ı diğer film oyuncularına mümkün olan en küçük sayı ile bağlamak. Oyun öyle popüler oluyor ki ticari olarak pazarlanıyor, hatta televizyon programı bile yapılıyor. Kevin Bacon önceleri kendisi ile dalga geçildiğini düşündüğü için bu oyundan hoşlanmamış ama sonradan kendisi de benimsemiş, TV programlarına katılmış, hatta reklamlara çıkmış. Kendisine “Holywood Evreni’nin Merkezi” gibi lakaplar takılmış. Şimdi bu girişi daha fazla uzatmadan size başımdan geçen bir olayı anlatacağım.
Hartford’da yaz
1997 yılında ABD’nin Connecticut Eyaleti’ndeki Hartford Üniversitesi’nde doktora eğitimime başladıktan sonraki yaz tatilini aynı şehirde geçirdim. Türkiye’ye gelme şansım olmadı. ABD’nin Atlantik sahilindeki Connecticut’ta yazlar oldukça sıcak ve hatta çok nemli olabilir. İşte böyle sıcak, nemli ve havanın kapalı olduğu bir gün okuldan çıkıyordum. Okulda kimseler yoktu. Kapının önünde, biraz da kaybolmuş gibi görünen, sarışın bir hanım bana okulun danışma ofisinin yerini sordu. Danışmanın yerini anlattım ama şu anda kimseyi bulamayacağını da ekledim. Bunun üzerine belki yardımcı olabileceğimi düşünerek bana durumunu anlattı. New York Şehri’nde oturuyorlardı. Ama yazları üniversitenin karşısındaki villalardan birini yazlık ev olarak kullanıyorlardı. Adı Constance’dı. Dokuz ya da on yaşlarında Tennyson isminde bir oğlu vardı. Kocası Claude New York’ta çalışıyor ve sadece bazı hafta sonları Hartford’a geliyordu. Tennyson bir süredir keman dersi almaya başlamıştı ama Hartford’da hocası yoktu. Constance oğlu için bir keman öğretmeni arıyordu ve hiç farkında olmadan bulmuştu bile!
Constance, Claude ve Tennyson Singer ile Hartford, Connecticut, Ağustos 2000
Kendimi tanıttım. Tennyson’a keman dersi verebileceğimi söyledim. O da şaşırmıştı bu hoş rastlantıya ve daha fazla araması gerekmediği için de ayrıca sevinmişti. Yaz boyunca Tennyson’la keman dersi yaptım. Çocuğun babası durumu öğrenince “sokakta bulduğu bir adamı keman hocası olarak eve getirdiği” için ve haklı olarak karısına kızıyordu.
Claude

Ağustos ayının sonunda Claude da tatil yapmak üzere Hartford’a geldi. Kendisi ile çok iyi anlaştık. Müzisyen bir aileden geliyordu. Sohbetlerimiz ilerledikçe ailesinin ayrıntılarını öğrendim. Soyadları Singer’di. Baba Singer Jacques, Yahudi asıllı bir kemancıydı. Polonya’da doğmuştu. Küçük yaşta Amerika’ya gelmiş, Leopold Auer ve Carl Flesch gibi efsanevi hocalarla çalışmıştı. On sekiz yaşında gene efsanevi orkestra şefi Leopold Stokowski yönetimindeki Philadelphia Orkestrası’nın en genç üyesi olmuştu. İlerleyen yıllarda Stokowski’nin de desteği ile orkestra şefliği yapmaya başlamış Dallas, Vancouver, Oregon Senfoni orkestralarını yıllarla yönetmişti. Isaac Stern’ün en tuttuğu şeflerden biri olmuş onunla turnelere çıkmıştı. Teksaslı piyano virtüözü Leslie Wright ile evlenmiş dört de çocukları olmuştu. Claude bu çocukların en büyüğüydü. Küçük yaşlarda keman dersi almış ama sonra kemandan vazgeçmişti. Kemanı eline aldığı zaman Claude’un keman için ideal bir fiziğe sahip olduğunu ben de düşünmüştüm.
Marc
Claude’ın ilk kardeşi Marc idi. Marc 1980’li yıllarda Beastmaster filmlerinde oynadığı başrol ile bir Holywood yıldızı olmuştu. Daha sonra aralarında Dallas ve Aşk Gemisi (The Love Boat) gibi Türkiye’de de çok popüler olmuş televizyon dizilerinde konuk olarak oynamıştı.

Gregory ve Lori
Ailenin son iki çocuğu ikizdi. Üç dakika ara ile doğmuşlardı. Ailenin müzik tarafını bu ikisi devam ettirmişlerdi. Gregory New York’taki ünlü Juilliard Müzik Okulu’nda keman, Lori de gene aynı okulda viyolonsel okumuştu. Gregory farklı bir kariyer yaklaşımı ile birçok ünlü rock grubu ile turnelere çıkmış, çok sayıda film müziği kaydında çalmıştı. O da sinemaya ucundan bulaşmış, Sean Connery ve F. Murray Abraham ile Finding Forrester filminde küçük bir rol oynamıştı.

Gregory daha sonraki yıllarda Manhattan Sinfonie orkestrasını kurdu, babası gibi orkestra şefliği yapmaya başladı. Benim Gregory ile tanışmam ise onun New York’ta açtığı Gregory Singer Fine Violins Inc. adlı keman mağazasından dolayı oldu. İngiltere ve Amerika’daki okul yıllarımda en önemli sorunlarımdan biri iyi bir kemanım olmamasıydı. Okuduğum okulların idarecileri, durumun vahametini anlayarak, bana ödünç kemanlar vermişlerdi. 2000’li yılların ilk yarısında da Gregory sık sık yardımıma koştu. Birçok önemli konserimden önce, yalnızca birkaç günlüğüne de olsa Stradivari, Gagliano ve Guadagnini gibi kemanları kullanmam için bana ödünç verdi. 2006 yılında J. S. Bach’ın abidevi Ciaccona’sının el yazmasının tek bir sayfaya sığdırıldığı bir posteri imzalayıp bana hediye etti. Çerçevelettiğim bu poster her zaman ders verdiğim odalarda duvarımda asılı durdu.

Ailenin en son üyesi Lori ise Juilliard’da Leonard Rose ile okumuş, küçük yaşta orkestralar ile solo konserler vermişti. Inspired by Bach filmlerinden birinde Yo-Yo Ma ile birlikte çalmıştı. Ama Lori de daha çok sinema ve televizyondaki kariyeri ile tanınıyordu.

Singerler ile New York’ta
Claude ile dostluğumuz hızla gelişti. O da Hartford’da müzikten, sanattan konuşacak bir arkadaş bulduğu için memnundu. Sık görüşüyorduk. Onların ve komşuların evlerinde ev resitalleri de yaptım. O yıllarda keman derslerimi dokuz Grammy Ödülü sahibi Emerson Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nün kemancıları ile sürdürüyordum. Philip Setzer sık sık Hartford’a geliyordu ama sınıfına yalnızca iki öğrenci kabul eden Eugene Drucker yalnızca dörtlünün konserleri olduğu zaman Hartt School’a geliyordu. Ben birkaç haftada bir New York’a ders yapmaya gidiyordum. Bekleyecek yerim olmadığı için genellikle ısınma ve çalışma şansım olmadan derse giriyordum. Bu durum da elbette dersin verimini düşürüyordu. Rastlantı o ya Claude da ailesi ile New York’un Upper West Side kısmında Eugene’den yalnızca birkaç blok ötede oturuyordu. Claude’un daveti üzerine keman derslerimden bir gece önce New York’a gidip onlarda kalmaya başladım. Böylece sabahleyin dersten önce kahvaltı edebiliyor ve rahatlıkla çalışabiliyordum.Upper West Side. Photo: internet
Tekrar Kevin Bacon
Singer ailesi Yahudi idi ama gene de her yıl bir Noel partisi yapıyordu. İşte böyle bir partiye anne Leslie’nin evinde beni de davet ettiler. Orada ailenin daha önce tanışmadığım diğer üyeleri ile de tanıştım. Lori de bunların arasındaydı. Şimdi diyeceksiniz ki bütün bunların Kevin Bacon ile ne ilgisi var. Haklısınız. İzninizle açıklayayım.
Footloose
Kevin Bacon’ı ve filmlerini bilenler Bacon’ın başrolde oynadığı 1984 tarihli ünlü müzikali anımsayacaklardır: Footloose. Bacon’ın oynadığı Ren McCormack karakteri Chicago’dan Amerika’nın Orta Batısında küçük bir kasabaya taşınan bir gençtir. Ama dans etmeyi çok seven McCormack’ı çok şaşırtacak bir durum vardır burada: bağnazlık ile birlikte çeşitli olaylardan dolayı dans etmek ve rock müzik yasaklanmıştır. Film, gençliğin verdiği asilikle bu kurallara karşı gelen Ren ve kasabanın bağnaz rahibinin (John Lithgow) kızı Ariel’ın başına gelenleri anlatır. İşte Bacon ile filmin başrolünü paylaşan Ariel, Singer ailesinin tek kızı ve benim de New York\’taki partide tanıştığım viyolonselci Lori idi! Bu durumda ben Kevin Bacon\’a sadece bir derece uzaktayım. Ya siz?