Information Superhighway
Doksanlı yılların ortaları idi. İngiltere’de eğitimimi sürdürüyordum. Arada bir televizyon buldukça izlediğim ve çok da sevdiğim bir doğaçlama komedi programı vardı: Whose Line is it Anyway? Bu kavramı ilk defa programın sunucusu Clive Anderson’un ağzından duyduğumu çok iyi anımsıyorum: Information Superhighway yani Bilgi Süperotoyolu. Sonradan bu kavramın bugün hayatımızın ayrılmaz bir parçası olan İnternet’in doksanlı yıllardaki isimlerinden biri olduğunu öğrendim. Örütbağ
Uzun sürmedi, sadece birkaç yıl içinde, doksanlı yılların son çeyreğinde artık çoğumuzun e-posta hesapları vardı. Aradan geçen yaklaşık yirmi yıl içinde bütün dünyamız değişti. Otuz yıl önce biz sokaktaki insanların aklımızın köşesinden bile geçiremeyeceğimiz şeyler şimdi mümkün oldu. İnternet, ya da Türk dili ve kültürü savaşçısı, bilim adamı Türk Aynştaynı Oktay Sinanoğlu’nun ağzıyla örütbağ, bize sınırları belli olmayan bir iletişim olanağı sağlarken aynı zamanda da uçsuz bucaksız bir bilgi kaynağı, müzik dinleme ve film izleme olanağı haline geldi.
Artık, Perulu nikâh şahidimize bizim saatimizle akşamleyin “günaydın” diye göz kırpan bir emoji gönderirken bir yandan da İnternet üzerinden görüntülü konuşmada sessizce bizi seyreden annemize de onun o çok sevdiğimiz üzümlü kekine hangi malzemeleri koyduğunu sorabiliyoruz. Bahçemizde henüz açmış güllerimizin resmini anında bizi takip eden belki binlerce sosyal medya “arkadaşımıza” “iyi haftalar” diye bir mesajla gönderirken kırk, belki elli, belki de altmış yıldır görmediğimiz bir ilkokul arkadaşımızın vefatını öğrenip geçen yıllar için hayıflanabiliyoruz. Annemiz, babamız, ailemiz ve tanıdıklarımız, ve hatta hiç tanımadan İnternet üzerinden tanış olduğumuz “arkadaşlarımız” yaşamımızla ilgili önemli önemsiz her şeyi de sosyal medya üzerinden görebiliyorlar (elbette biz paylaştığımız sürece). Ailesinden uzak yaşayanların haftada bir postanede telefon numarasını yazdırarak konuşmak için beklediği, yurt dışında yaşayanların ankesörlü telefonlardan Türkiye’yi daha ucuz arayabilmek için hazır kartlar alıp bunların üzerindeki düzinelerle sayıyı dikkatlice tek tek çevirip annemizin evde olmasını umduğu zamanlar artık çok geride kaldı. Çocuklarımız bu durumları kavrayamıyorlar bile…
Kirli İnternet
İnternet, iletişimin yanı sıra, bugüne kadar dünya tarihinde görülmemiş bir bilgi kaynağı olarak da hayatımızı kontrol aldı. İstatistikler, gelişmiş ülkeler bile dahil olmak üzere dünya nüfusunun büyük bir kısmının haberlerini İnternet\’ten, çarpıcı şekilde, bilindik gazeteler ve haber kanallarından değil de sosyal medyaya virüsler gibi yayılan, gerçekliği, içeriği tartışılır kaynaklardan aldığını söylüyor. İşte yazımızın esas nedeni de bu: İnternet hepimize uçsuz bucaksız bir kaynak sunarken beraberinde de aynı şekilde uçsuz bucaksız bir bilgi kirliliği getiriyor.
Öyle ki, Amerika Birleşik Devletleri’nde bile başkanlık seçimlerinde bazı dış kaynakların sosyal medya yoluyla Amerikan seçmenlerini manipüle ettiği iddiasıyla ilgili soruşturmalar yapılıyor, bir çok başka ülkede de gerçeği yansıtmayan yasa dışı propaganda çalışmaları yapıldığı su yüzüne çıkıyor. Şimdi sadede gelecek olursak bizim Guido ve hecelerinin de işte böyle bir bilgi kirliliğine kurban gittiğini görünce aydınlatma amacı ile bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.
Dostlara teşekkür
Konuyu benim dikkatime dikkatli birkaç dostum getirdi. İnternet\’te gördükleri bir paylaşıma şüphe ile yaklaşıp paylaşılan bilginin gerçekliğini bireysel yollarla bana danıştılar. Kendilerine bahsi geçen konunun bilinen gerçeklerini paylaşacağımı söylemiştim ve şimdi bu sözümü tutuyorum.

Romantik astronomi
İnternet\’te kısa bir araştırma yapınca karşımıza yukarıda birkaç örneğini bulduğum bu bilgiler çıkıyor. Anlaşılan şu ki muzip bir şahıs, nota isimleri ile ilgili ya gerçeğini bilmeden uydurduğu ya da, daha da kötüsü, gerçeğini bildiği ama nedenini bilmediğimiz bir amaçla bu yanlış bilgileri İnternet\’e koymuş. Bu, gökler, evren, mucize, Samanyolu gibi kulağa çok romantik ve sanki gerçekçi gelen ama tamamıyla uydurma bilgiyi gören bazı başkaları da, belki de reklam amacı ile, bu yanlış bilgileri sorgulamadan alıp kendi isimleri ile birlikte tekrar İnternet\’te, özellikle de sosyal medya ortamlarında paylaşmışlar. Kim bilir, belki çevrelerinde kısa yaşayan bir heyecan yaratıp bununla bir şekilde tatmin olmaya çalışmışlar.
Bu kişiler, amaçları ne olursa olsun, karşılarındaki yüzleri görünmez, bilgiye aç, çok sayıda insanın da iyi niyetlerini kötüye kullanmış ve onların bu konudaki bilgisizliğiyle alay eder konuma düşmüşler. Herkesin her konuda bilgili olması elbette beklenemez ve ben kendi adıma karşımdakinin beni aptal yerine koymasını ağır bir hakaret sayıyorum. İnternet evreninde küçücük bir düzeltme de olsa biz üstümüze düşeni şimdi yapalım.
Notasyondan önce
Avrupa müziğinde notasyonun yani sesleri/müziği kağıt üzerinde yazarak kaydetmenin ortaya çıkışı ve gelişimi yüzyıllar sürmüş bir olay. Notasyondan önce tüm müzikler, aynı geleneksel müziklerde olduğu gibi, ağızdan ağza aktarılıyor ve öğreniliyordu. Sevilli din adamı St. İsidoro (c. 560 – 636) bu durumu
“Sesler, insanlar tarafından hatırlanmazsa yok olurlar zira onları yazmak mümkün değildir” şeklinde özetlemiş.
Kiliseden çok daha önce Antik Yunan’da ve hatta Sümer’de farklı notasyon şekilleri olduğunu bilmekle beraber bugün kullanılan notasyonun temeli olan en eski notasyon çalışmaları dokuzuncu yüzyılda görülüyor. Burada Latince hareket, jest anlamına gelen neume\’ler ilahilerin sözlerinin üzerine yerleştiriliyor ve yalnızca melodinin yönünü gösteriyorlarmış. Yani sabit sesleri ve ritmleri belirtmek henüz mümkün değilmiş. Bu şartlar altında melodiler de ezberlenmek zorundaymış. Sonra tek çizgili notasyon başlamış. Parşömen kağıdı üzerine yatay bir çizgi kazınıyor sesleri belirten neume\’ler de aralıklara göre bu çizgiye farklı uzaklıklara yerleştiriliyormuş. Ama bugünkü gibi kesin sesleri belirtmek gene de mümkün değilmiş.

Adamımız Guido!
On birinci yüzyılda gelindiğinde fa sesi için kırmızı, do sesi için de sarı birer çizgi kullanılıyormuş. Bu çizgilerin sol başına da bugün kullandığımız açkı ya da anahtarlar gibi fa ve do’yu belirten harfler konuluyormuş. İtalya\’nın Toskana bölgesindeki Orta Çağ şehri Arezzo’dan geldiği düşünülen Guido d’Arezzo yani Arezzolu Guido isimli bir keşiş, kırmızı ve sarı çizgilere iki tane de siyah çizgi ekleyerek günümüzde kullandığımız beş çizgili dizeğin ilk versiyonunu geliştirmiş. Micrologus
Getirdiği yeniliklerin hoş karşılanmaması üzerine eğitim aldığı Pomposa’dan ayrılan Guido, Arezzo Piskoposu’nun isteği üzerine 1025-26 yılları arasında notalar, aralıklar, ses dizileri, kompozisyon ve doğaçlama gibi konuları kapsayan temel bir müzik eğitim kaynağı olan Micrologus de disciplina artis musicae’yi yazmış. Micrologus, Boethius’un yazılarından sonra, Orta Çağ boyunca en yaygın kullanılan müzik eğitim kaynağı olarak kalmış.

Solmizasyon
Guido’yu, Micrologus ile birlikte, müzik tarihine mâl eden en önemli konu ise bugün ülkemizde ve özellikle de Latin ülkelerinde kullanılan nota isimlerini bulmuş ve solfej kavramının temelini atmış olması. Guido, bu isimleri (ut, re, mi, fa, sol, la) Ut queant laxīs olarak bilinen ve Vaftizci Yahya (St. John the Baptist) için yazılmış bir ilahiden almış. Peki bu ilahinin sözlerinde gökler, güneş sistemi, mutlak gibi zırvalıklar mı var? Tabii ki hayır. Orijinali Latince olan ilahinin birinci kıtasının sözleri ve yaklaşık anlamları şöyle: Ut queant laxīs
resonāre fibrīs
Mīra gestōrum
famulī tuōrum,
Solve pollūtī
labiī reātum,
Sāncte Iōhannēs.

Öyle ki sana hizmet edenler,
rahat seslerle,
senin yarattığın mucizeleri anlatabilsinler,
günahla kirlenmiş dudaklarını temizleyebilsinler,
Aziz Yohannes!

Latince ilahi
Sözlerinin, sekizinci yüzyıldan Guido’nun kendisi gibi bir Benediktin keşişi olan Paolo Diacono’ya ait olduğu düşünülen ve melodisini ise Guido’nun bestelediğine inanılan ilahide her satırı o zaman kullanılan altı sesli dizinin (hexachord) her bir sesinde (do, re, mi, fa, sol, la) başlıyor.
Ut mu do mu?
Do isimli bir nota henüz yok, ut var. Bugün do dediğimiz nota ise, sonu ünlü bir harfle bittiği ve dolayısıyla solfej yapılırken sonu açık söylenebilmesi açısından yalnızca 1600’lü yıllardan itibaren kullanılmaya başlanmış. Sancte Iohannes’in (J ve I harfleri Latince’de karşılıklı değiştirilebilir olarak kullanılıyor) ilk harflerinden oluşan si ismi de do ile yakın zamanlarda diatonik dizinin oluştuğu dönemde yedinci ses olarak eklenmiş. Guido, geliştirdiği bu sol-mi sistemi ile daha önceleri on yıl sürebilen kilise şarkıcılığı eğitiminin bir yılda tamamlanabileceğini de iddia etmiş.
İşte sevgili okurlar konunun bilinen gerçekleri bunlar. Bu küçük örnek İnternet\’te, özellikle de Sosyal Medya\’da karşımıza çıkan her türlü bilgiye şüphe ile yaklaşmamız ya da en azından görür görmez doğru olarak kabul etmememiz gerektiğinin bir göstergesi. Ama görülen o ki aradan bin yıl geçmesine rağmen Arezzolu Guido’nun ünü her geçen gün artıyor.